nüfus planlanması

Nüfus planlaması nedir


2011-01-02 07:48:34 Kadinlaricin.net sitesinde Nüfus planlaması nedir baslikli sayfadasiniz.Bu sayfada Nüfus planlaması nedir ile ilgili yazi bulunmaktadir.


Nüfus planlaması nedir




Dünya Nüfus ve Kalkınma Konferansı adı altında Birleşmiş Milletler tarafından Mısır'ın başkenti Kahire'de düzenlenen konferans ötedenberi devam edegelen birçok tartışmayı da yeniden gündeme getirmiştir.

Olabildiğince iyi niyetli düşünerek bu konferansı hızla artan dünya nüfusu karşısında Birleşmiş Milletler’in insani kaygılarla birtakım tedbirler oluşturmak üzere tertiplediğini bir an için farzetsek bile, kürtajın ve gayr–ı meşru hayat tarzlarnın yasallaştırılması yolundaki çabalar bırakınız bir Müslüman’ın, iyi bir Hıristiyan’ın hatta aklı selim sahibi sıradan bir insanın bile kabul edebileceği şeyler değildir. Nitekim İslam’ın cihanşümûl mesajının yeryüzüne indirilmiş kendisinden bir önceki hak din olan ve İslâm geldikten sonra hükmü ortadan kalkmış bulunan Hıristiyanlık inançları ile de bazı noktalarda örtüştüğü içindir ki, ahlâk ve aile yıkıcılığı yapanlara karşı Vatikan ve Müslümanlar birlikte hareket etmişlerdir.
Birçok kişi Müslümanlar ile Hıristiyanlar’ın birlikte tavır koymalarına şaşırmışlardır. Ben ise bu şaşıranlara şaşırıyorum. Çünkü İslâmiyet ile Hıristiyanlık arasında birçok müşterek noktalar mevcuttur. İnsani değerlerin savunulması hususunda Hıristiyanlar ile birlikte hareket etmenin de hiçbir sakıncası yoktur. Bu müşterek tavır bugün ailenin korunması noktasında olurken yarın başka bir konuda olabilir.
Ekonomik yönden gelişmiş Batılı ülkeler çok önceleri kendi toplumları için nüfus planlamasını uygulamışlar, fakat geçen zaman içerisinde bunun zararlarını gördüklerinden geriye dönmek istemektedirler. Bugün kendileri tuttukları yolun yanlış olduğunu görmüş olmalarına rağmen çoğunluğu Müslüman olan diğer ülkeleri de aynı yanlışın içine çekmeye uğraşmaktadırlar. Böylece kendi refahlarını ve geleceklerini garanti altına almaya çalışmaktadırlar.
Gerçekten de ekonomik yönden gelişmiş bu Batılı ülkeler bize nüfus planlaması yapmamızı teklif ederlerken kendileri nüfuslarını artırmanın yollarını aramaktadırlar. Bu çelişkiyi kendilerine söylediğinizde size kendilerinin artık kalkınmalarını tamamladıklarını, kalkınma için engel teşkil eden kritik noktayı artık geride bıraktıklarını ve nüfusun bundan böyle kendi ülkeleri için engelleyici bir faktör olmaktan çıktığını uzun uzadıya anlatacaklardır. Yani nüfusun sadece kalkınmakta olan ülkelerin ilerlemesini engelleyen bir faktör olduğu iddia edilecektir ki, bu iddia tarihî gerçeklerle taban tabana zıttır. Çünkü bütün bu sanayileşmiş ve hatta sanayi ötesi topluma geçme sürecindeki ülkeler henüz sanayileşme yolunda ilerledikleri yıllarda nüfus planlaması yapmamışlar, aksine kalkınmış birer devlet olduktan sonra kendi toplumlarında nüfus planlaması gündeme gelmiştir. Demek ki nüfus kalkınmayı engelleyen başlıca faktörlerden biri değildir. Ayrıca nüfus kalkınma sürecindeki toplumları kritik bir noktaya kadar etkiliyor ondan sonra etkilemiyorsa, yine bu kritik noktanın ne olduğu net olarak ortaya konmalı ve bizlere bilimsel olarak izah edilmelidir.
Dünyanın nüfusu en kalabalık ülkeleri sıralamasında Çin, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya ilk dört sırayı işgal etmektedirler. Görüyoruz ki bu devletler aynı zamanda dünya siyasetinde de etkin roller üstlenen ve çeşitli dengelerin kurulmasında mutlaka gözönüne alınması gereken güçlü devletlerdir. Yani diğer birçok faktörün yanında bir ülkenin nüfusu da onun gücüne katkıda bulunmaktadır. Olaya bu açıdan baktığımızda kendi ülkelerinde nüfusun artışını teşvik eden Batılı ülkelerin Kahire’deki konferansa öncülük etmeleri anlaşılabilir olmaktadır. Nitekim dünyada tek süper güç olmayı ve öyle kalmayı kafasına koymuş olan Amerika Birleşik Devletleri’nde yıllık nüfus artışı % 1 civarındadır ve bu oran diğer sanayileşmiş Batı ülkeleri ile mukayese edilirse oldukça yüksektir.
Amerika’da ailelerin çocuk sahibi olmaları öylesine teşvik edilmektedir ki, tıbbi yönden çocuk sahibi olmaları mümkün olmayanları da çocuk sahibi yapmak için kiralık anneler müessesesi gündeme getirilmiş ve bu doğrultuda çalışan şirketler kurulmuştur. Bu şirketler kanalıyla seçilen kiralık anneler suni döllenme ile hamile bırakılmakta ve böylece çocuk sahibi olması mümkün olmayan bir aile de çocuğa kavuşmaktadır.
Bu arada Harvard Üniversitesi’nde bulunduğum esnada başımdan geçen bir hatıramı da burada anlatmak istiyorum. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin araştırma ve uygulama hastanesi olan Massachusetts General Hospital’da sürmekte olan yoğun ameliyat temposunun aralarında genellikle ekip olarak doktor dinlenme salonuna gider, orada hem kahvelerimizi yudumlar hem de günlük gazetelere şöyle bir göz atarken sohbet ederdik. Bir ara konu ailelerimizden açıldı, çocuk sayısına geldi. Herkes sahip olduğu çocuk sayısını söyleyince ben hayretler içerisinde kaldım. Çünkü o zamana kadar ben Batılı aydınların genellikle evlilikten uzak durduklarını, evlenseler bile çocuk yapmak istemediklerini, bunun yerine köpek beslemeyi tercih ettiklerini sanırdım. Ama Amerika Birleşik Devletleri’nde hem de Harvard Üniversitesi gibi en elit bir kesimde bunun böyle olmadığını gördüm. Evli olan doktorların çoğu birkaç çocuk sahibiydi. Mesela değerli bir insan ve ilim adamı olan Profesör Ogilvy’nin üç çocuğu vardı ve onlardan bahsederken mutluluk gözlerinden okunuyordu. Sohbet esnasında bana da kaç çocuğum olduğunu sordular. Üç tane olduğunu söylediğimde (o zamanlar üç idi), “Ahmet sana üç çocuk verdiği için hanımının kıymetini bilmelisin ve buradan dönerken ona güzel hediyeler almalısın” dediler. Bu sözü hiç unutmadım. Amerika’dan dönerken o zamanki kısıtlı bütçemle hanımıma aldığım hediyeler onun bana verdiklerinin yanında trilyonda bir bile etmez, hatta hiç kıyaslanamaz bunu biliyorum. Ancak bir gerçeği daha çok iyi biliyorum ki, Batılı aydınlar çocuğa çok ama pekçok değer vermektedirler. Onlara daha iyi bir gelecek sağlamak için de çok sıkı çalışmaktadırlar.

Bizdeki bazı aydınlar ise nüfusumuz artarsa sokaklarımızı yüzü çamurlu, yarı aç yarı tok çocukların dolduracağından dem vurarak nüfus planlamasını savunmaktadırlar. Ben buna da katılmıyorum. Pastayı büyütmek yerine onu paylaşanların sayısını azaltmayı düşünmek en hafif ifadesi ile kolaycalığa ve tembelliğe kaçmaktır. Zor olan çok çalışıp akıllı davranarak pastayı büyütmek ve neticede uydu devlet değil lider devlet olmaktır. Eğer doğru devlet politikaları uygulanarak pasta yeteri kadar büyütülür ve adaletli bir şekilde paylaşımı sağlanırsa ülkemizde yarı aç yarı tok hiç kimse kalmaz ve yirmibirinci yüzyıl yaşanırken Türkiye nüfus bakımından cılız, askeri ve ekonomik yönden zayıf üçüncü sınıf bir ülke konumuna düşürülmekten kurtulmuş olur. Ama herşeyden önce samimi olarak şu sorunun cevabını vermeliyiz. Biz dünya siyasetinde hatırı sayılan ve etkin roller üstlenen, güçlü, lider bir devlet olmak istiyor muyuz?
İnsanları kısırlaştıran virüs üretelim
İslam dünyası ve Vatikan, ilgilileri uyarmaya devam ededursun, gelişmekte olan ülkelerin nüfuslarını kendilerine tehlike olarak gören, emperyal Batılı zihniyet, konu ile alakalı en acımasız çalışmalarından birini Tayland'da uygulamaya koymuş...

Tayland tıp fakültesinde öğretim görevlisi olarak görev yapan Tieng Pardphaisong, EIR dergisine gönderdiği mektupta, nüfusun azalması ile ekonomik refahın yükseleceği inancı ile son 20 yıldır Batılı kuruluşlarla birlikte ülkesinde aile planlaması çalışmaları yaptığını, ama yıllar sonra ülkesindeki nüfus artışındaki azalma ile Burma ve Bangladeş'den gelen göçmenlerin kendi kültürlerini yaymaları sonucu, Tayland kültürünün kendiliğinden silineceğinden endişe ettiğini ifade etmekte... Pardphaisong, farkında olmadan çalışmalarına alet olduğu yabancı misyoner doktorların hem Taylandlı kadınların doğurganlık oranlarını düşürdüklerini hem de Depo Provera isimli yeni bir doğum kontrolü ilacını, yan etkilerini görebilmek amacıyla, kendi halkı üzerinde denediklerini itiraf ediyor... İlacın daha önce hiç denenmediğini ve kendi ülkesindeki kadınların kobay olarak kullanıldığını öğrendiğinde şok olduğunu ifade eden Pardphaisong, ülkesindeki çalışmaları yürüten doktor Edward Mc Daniel'in, Amerika'dan mali destek aldığını ve bütün hastaların kayıtlarını yaklaşık 120 bin mikrofilme çekerek Amerika'ya gönderdiğini, mikrofilmlerdeki bilgilere göre doğum kontrolü ilaçları geliştirildiğini ifade ediyor...(26)
AŞIRI (!) NÜFUSA
AŞIRI ÇÖZÜMLER...
Amerika, İskandinav ülkeleri ve İngiltere kendi çıkarlarına yönelik nüfus azaltımı ideolojisi gütmekle beraber, ilginç çözüm önerilerine de sahipler.
Dünya Bankası Başkanı Lewis Preston, Üçüncü Dünya ülkelerinin nüfus planlaması uygulaması karşılığında dış borçlarının silinmesini önerirken (ne tesadüftür ki dünyada nüfus olarak ağırlık yapanlar ya çoğu Müslüman olan Üçüncü Dünya ülkeleri ya da gelişmekte olan ülkeler), İngiltere'deki Think tank kuruluşlarındaki stratejistlerin, nüfus bakımından Batı'nın korkulu rüyası olan Hindistan ve Çin arasında bir savaş provakasyonu üzerinde çalıştıkları iddia ediliyor... Amerikan merkezli Nüfus Kriz Komitesi'nin 1992 tarihli raporunda ise Çin hükümetinin, uyguladığı doğum kont-rol metodları övülmekte... Tabii ki, bu acımasız metodlar, Doğu Türkistan'daki Müslümanlar'a karşı uygulanıyor...
Fransız deniz araştırmacısı Jacques Cousteau, Le Novel Observateur dergisine verdiği mülakatta, Batılı hükümetlerin herhangi bir mülteci akımına karşı nükleer silah kullanma hususunda eğilimleri olabileceğini, görüştüğü bir CIA görevlisinin de bunu teyit ettiğini ifade ediyor...
Colarado Üniversitesi'nden Antropolojist Warren Hern, 1991 baharında Science adlı dergide yayınlanan makalesinde, dünya üzerindeki nüfusun giderek yayılmasını, kanserli hücrelerin vücuda yayılmasına benzetiyor...
Körfez Savaşı'nın başladığı günlerde, İtalyan Panaroma dergisi, Amerikalı bir pilotun biraz sonra Irak üzerine atacağı bombanın üzerine "Irak'taki doğum kontrolü için" notunu düştüğünü haber yapıyordu...
Bu konudaki en ilginç atak, sivri ve materyalist fikirleri ile tanınan İngilizler'den geldi... Dr. Sir Roy Calne'un ağustos sonunda çıkacak "Too Many People" (Çok Fazla İnsan) adlı kitabında, artan nüfusu önlemek için radikal çözümler önerdiğini yazıyor... Calne, evli çiftlerin çocuk sahibi olması için lisans alması gerektiğini, ikiden fazla çocuk sahibi olanların ise vergi ile cezalandırılmasını öneriyor... Calne, ayrıca kısırlaştırıcı bir virüs üretilmesi yönünde de çalışmalar yapılmasını önermekte... (27)
NÜFUSÇULARIN
İLMÎ DAYANAĞI YOK...
Onca koparılan fırtınaya ve "şu kadar nüfus olursa şöyle olur ya da böyle olur" gibi farazi senaryolara rağmen, kürtaj yanlılarının ilmî dayanakları yok... Nüfusçuların en çok fikrî yardım aldıkları kişi ise 1798 yılında "Essay on the Principle of Population" (Nüfus Unsuru Üzerine Deneme) kitabının yazarı Thomas Malthus... Kahire Konferansı'nın destekçilerinin Malthusianist olarak anılmasını sağlayan Malthus'un, bugünkü kürtaj yanlılarına ilham veren "Yiyecek maddelerindeki aritmetik artış ve nüfustaki geometrik artış neticesinde, öyle bir zaman gelecek ki, mevcut yiyecek potansiyeli, var olan nüfusa yetmeyecek ve kıtlık çıkacak" şeklindeki felaket tellallığını andıran teorisi, The Economist'in grafiklerinde de görüldüğü gibi, tarihin karanlık sayfalarına karıştı. (28)
PAPAZ MALTHUS'UN NÜFUS TAKINTISI
İngiltere'de ilk politik iktisat profesörü ünvanını kazanmış ve asıl mesleği papaz olan Thomas Malthus, nüfus konusunu ilk kez analize tabi tutan iktisatçı olmuştur. Söz konusu kitabı ve teorisi ile meşhur olan Malthus'a ve onun taraftarlarına göre insanlar, cinsel içgüdü ve benzeri nedenlerle kendi nesillerini devam ettirmek özelliğine sahiptirler. Ancak, gıda ve diğer tüketim malları üretimini nüfus artışı seviyesinde tutma imkanı bulunmamaktadır. Nüfus ve insanlığın geleceği konusunda karamsar tablo çizen ekonomistlerin başını çeken Malthus, en önemli üretim faktörü olarak toprağı ele alıyor ve onun sabit oluşu üzerine teorisini bina ediyordu. Ona göre azalan verimlilik kanunu toprakta istihdam edilecek her iş gücü için işleyecek, özellikle belli bir noktadan sonra her ilave iş gücünün verimi bir öncekinden daha az olacaktır. Diğer bir ifade ile iş gücünün artışı, çalışanlar başına üretimin düşmesi sonucunu doğuracaktır.
Malthus ve taraftarları, insandaki üreme özelliğini ekonomik yönden hayat standardının yükselmesi konusunda daima bir engel olarak görmüşlerdir. Onlara göre, nüfus artışı devam ettikçe ücretler, insanın evlenme ve bir aileye bakabilecek asgari geçinebilme seviyesi düşecek; ücretlerin yükselmesi ise nüfusun artmasında önemli bir rol oynayacaktır. Bunun tersine geçim seviyesinin üstündeki bir ücret nüfusu arttırırken, ücretleri tekrar geçinme seviyesine düşürecek bir olguyu da beraberinde getirecek, böylece tabii bir mekanizma kendiliğinden işlemiş ve denge sağlanmış olacaktır. (29)
KARŞIT FİKİRLER
Malthus'a karşı olan iktisatçılardan Freidrich List, bir alanın kaldırabileceği nüfus sayısının toplumun hangi gelişme basamağında bulunduğuna bağlı olduğunu avcılıktan hayvancılığa, hayvancılıktan tarıma, tarımdan sanayiye geçilmesi ile bu sayının gittikçe arttığını, yeni keşif ve ilerlemelerle daha da artacağını, böylece nüfus meselesinde üretim sistemi ile uygulanmakta olan teknolojiyi ve bunları geliştirme imkanlarını hesaba katmak gerektiğini belirtmiştir.
Bir kısım iktisatçı da nüfus artışının çalışmayı kamçılamak, sosyal iş bölümünün arttırılmasını mümkün kılmak ve piyasayı genişletmek suretiyle ekonomide dinamizm unsuru olduğunu söylemişlerdir. 1920'li yıllarda konu ile yakından ilgilenmiş olan Franz Oppenheimer, denizlerden, nehir ve göllerden, çöl ve steplerden (İsrail ve petrol zengini Ortadoğu ülkelerinin yaptığı gibi) daya iyi faydalanmak suretiyle dünyanın 200 milyara yakın bir nüfusu kaldırabileceğini öne sürmüştür. (30)

KAYNAKLAR
26) Executive Intelligence Review Documentation, 29 Nisan 94, sayfa14-15-16
27) The Independent, 10 Ağustos
28) The Economist, 3-9 Eylül, sayfa 19-20
29-30) 90'lı Yıllarda Dünya ve Türkiye, Öz İplik-İş Sendikası, Nüfus ve ekonomik kalkınma sorunu, Doç Dr. Sabri Tekir D. Ü. İ. İ. B. F. öğretim üyesi.
3. Dünya'yı doğmadan öldürmek

Özellikle gelişmekte olan 3. Dünya ülkelerindeki hızlı nüfus artışının durdurulması hedeflenen konferansta, Eylem Planı’nın çekincelerle “yamalı bohça” gibi onaylanması dahi katılan ülke temsilcileri tarafından başarı olarak nitelendirildi.
Konferansta 4–22 Nisan 1994 tarihinde New York’ta üçüncü hazırlık komitesi (3. PrepCom) tarafından kabul edilen Eylem Planı taslağına yeni düzenlemeler getirilerek, son şekli verildi. 16 bölümden oluşan Eylem Planı’nın, “kürtaj”, “üreme ve cinsel haklar”, “aile birlikleri ve diğer birliktelikler”, “doğurganlığın düzenlenmesi”, “ailelerin birleştirilmesi” gibi bölümleri alt çalışma grupları ve Ana Komite’de geniş tartışmalara sebep oldu.
KALKINMA BAHANE, GAYE NÜFUSU AZALTMAK
“Nüfus ve Kalkınma” adıyla düzenlenen konferansın, görünürdeki hedefi gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin “sürdürülebilir kalkınmaya” ulaşabilmeleri için dikkatleri nüfus artışıyla kalkınma arasındaki ters ilişkiye çekmek. Hızlı ve devamlı bir kalkınma oranını yakalamak isteyen 3. Dünya ülkelerinden, aile planlaması çalışmalarına girmeleri isteniyor. Böylece ekonomik gelişmenin yıllık getirisi daha az sayıda elemana bölünecek, kişi başına düşen milli gelirde de artış olmuş olacak.
BATI, AZINLIK OLMAKTAN KORKUYOR
Ancak uzmanlar konferansın gerçek gayesinin “sürdürülebilir kalkınma” kılıfı altında, gelişmekte olan 3. Dünya ülkelerindeki hızlı nüfus artışını durdurmak olduğunu belirterek, gelişmiş ülkelerin 3. Dünya’nın kalkınmasını gerçekte istemediğini rakamlarla izah ediyorlar. Bugün dünya nüfusunun yüzde 22’sini oluşturan gelişmiş ülkelerin, şayet nüfus artışı bu oranlarla devam ederse, 2025 yılında dünya nüfusunun ancak yüzde 15’ini oluşturacağı belirtiliyor. Batılı devletler ölüm oranının (binde 2.1) altına düşen doğurganlık sebebiyle ya nüfus azalmasına uğruyorlar, ya da çok az bir yükselme kaydedebiliyorlar. Bu durumda da “Güney”den gelecek göç dalgalarının tehdidini üzerlerinde hissediyorlar. Üstelik, nüfus oranlarındaki dengesiz artış, mevcut refah durumlarını ve kaynaklarını da paylaşmalarını gerektirecek.
BİNDE YEDİLİK KOMİK YARDIM
Gelişmiş ülkelerin, 3. Dünya’nın gelişmesinde samimi olmadığını gösteren bir diğer önemli gösterge de, gelişmiş ülkelerin nüfus artışının durdurulması için bu ülkelere yapacağı yardımın komikliği. Dünya nüfusunu 2015 yılına kadar hedeflenen 7. 2 milyarda durdurabilmek için, gelişmiş ülkelerin 3. Dünya ülkelerinden aile planlamasına harcamalarını istedikleri miktar tam 48 milyar dolar. Gelişmiş ülkeler bu miktarın ancak yüzde 25’inin kendileri tarafından karşılanabileceğini belirtiyorlar. Bu yardım miktarı 2015 yılına kadar gelişmiş ülkelerin gayri safi milli hasılalarının ancak ve ancak binde 7’sini oluşturuyor. Rakamlar gelişmiş ülkelerin, gerçekte bu ülkelerin kalkınmalarını istediği için aile planlamasını teşvik etmediklerinin göstergesi. Kaldıki, yardımlarda beş Kuzey Avrupa ülkesi, ABD ve Japonya’nın vereceği yardım miktarları büyük bir yer kaplıyor. Diğerlyerinin yardım oranları binde 7’nin de altında.
REFAHLARINI PAYLAŞMAK İSTEMİYORLAR
Gelişmiş ülkelerin, aile planlamasında samimi olmadıklarını gösteren bir diğer önemli belge de, kendi refahları veya kaynaklarını bu ülkelerle paylaşmak istememeleri. Gelişmiş ülkeler dünya kaynaklarının dörtte üçünü tüketmelerine karşın, dünya nüfusunun ancak dörtte birini oluşturmaktalar. Amerika’da doğan bir bebek, Japonya’da doğandan 3, Etiyopya’da doğandan 425 kez fazla tüketim yapmakta. Şayet gelişmiş ülkeler, gelişmemiş ülkelerin kalkınmasını arzuluyorlarsa, kaynakların bölüşümünü, tüketimin eşitlenmesine çalışmalı değiller mi?
NÜFUS YOĞUNLUĞU GELİŞMİŞLİKLE PARALEL
Nüfus artışıyla ilgili gündeme konulmaya çalışılan önemli bir aldatmaca ise, ülkelerin milli gelirlerinin yüksekliğinin, nüfus artışıyla direkt ilişkisidir. Yani bir ülke de nüfus artışı ne kadar fazla ise, kişi başına düşen milli gelirin de az olduğu iddiasıdır. Böyle bir benzerlik ülkelerin çalışma saatleri ve kilometre kareye düşen insan sayısında da vardır. Yani yıllık çalışma süresi az olan ülkelerle, nüfus yoğunluğu az olan ülkeler sıralamanın en altında yer almaktalar. Bu rakamlar bize nüfus artışı kalkınmayı engelleyen bir etken dahi olsa, kalkınmayla doğru orantılı başka etkenlerinde olduğunu göstermekte. Ayrıca, gelişmiş ülkelerin nüfus yoğunluğunda ilk sırayı aldıkları bilinen bir gerçek. Buna karşın en fakir 20 ülkeden 18’inin en az nüfus yoğunluklu ülkeler olduğu da biliniyor. Bu durum nüfus artışıyla yükselecek olan yoğunluğun aslında ekonomik kalkınmanın motoru olduğunun da göstergesi.

AŞIRI NÜFUS DÜNYAYI DARALTMAZ
Aşırı nüfus artışının yeryüzünde bir yer darlığına sebeb olmayacağı kaydediliyor. Bunun en güzel misalini The Cairo Examiner isimli Nüfus Araştırma Enstitüsü tarafından çıkarılan yayın göstermekte. The Examiner dünyada yaşayan bütün insanları, 400 metrekare, bahçeli müstakil evlerde, beşer kişilik aileler şeklinde yerleştirdiğiniz takdirde Amerika’nın Teksas Eyaleti’ni ancak durdurabiliyor olduğunu hesaplamış. Yani bugün yaşayan bütün insanları 262 bin mil karelik Teksas Eyaleti’ne sığdırmak mümkün. Nüfus artışının bir açlığa sebeb olmayacağının en güzel izahı ise, bugün tarımda kullanılabilir arazinin sadece üçte birinin insanlık tarafından kullanılması. Üstelik tarımda kaydedilecek teknik ve ilmi gelişmeler de hesaba katılırsa, halihazırda mevcut olan nüfusun üç katını daha barındırabileceği ortaya çıkıyor.
Nüfus planlaması ve kalkınma
Kahire'de yapılan ve ulusları ilgilendiren konferans dolayısıyla, ülkemdeki kadın dostlarımın ve gönüllü kuruluşların düşünce, dilek ve kanaatlerini dile getirmek amacıyla, bu sütunlardan seslenmek istiyorum.

Genel problemimiz olan dünyevi ve uhrevi eğitimsizlik zaten büyük bir sorun olarak mevcut iken; buna ilaveten, yıllardır fikrimize yerleştirilmiş olan süratle Batılılaşma hareketinin yapılamadığıdır. Bu konu zihinlere öylesine işlenmiştir ki sanki her konuda Batı’yı adım adım izlemez isek, çağdaş olamayacağız ve bu da bizlerin sonu olacak.
Bu konferansın ana teması nüfus planlaması ve kalkınma olduğu halde, adeta nüfus planlaması doğrudan kürtaj konusuna bağlanmış ve konu 172 milletin katıldığı konferansta; kürtajın İslam ülkelerinde yasaksız yerleşmesini sağlamak amacına dönüştürülmüştür. Hatta Newsweek’in son sayısında, bu konferans ile ilgili yazının başlığı “İslam dünyasında kadınlar kendilerine yeni bir kimlik arıyor” şeklinde olmuştur.
Hemen ifade etmeliyim ki; herkesin bilmesi gereken kadar olan dini bilgilerimin ışığında İslam dini, nüfus planlamasına karşı değildir. İnsanlar kendi hür iradeleri ile, istedikleri ve mükellefiyetlerini idrak ederek, bakabilecekleri kadar çocuk sahibi olabilirler. Allah (c.c.)’ın hükmünde günah olarak kabul edilen, sorumluluk duymadan gebelik oluşup, bir can teşekkül ettikten sonra; bu canlıyı yok etme girişiminde bulunmaktır. Yani “kürtaj”dır. Bu kesin ayrımı iyi bilmeli ve bu konuda kelime oyunlarına gelinmemelidir.
Bebek anne karnında can bulduğunda, tıbbi bilgilerimiz ışığında biliyoruz ki canlıdır. Sperm ve yumurta hücresi birleştiğinde meydana gelen ovum canlıdır. Bu canlı hücre belirli safhalar geçirdikten sonra, ultrason tesbiti ile;
7. haftada kalp atışları belirgindir.
8. haftada el, kol ve beden hareketi vardır.
10. haftada vücut organlarının hareketi izlenebilir.
12. haftada yetişkinde bulunan bütün organlar aynen teşekkül etmiştir.
Bebek anne karnında görülmüyor diye, cansız addedilemez. Ve hiçbir anne de hiç savunması olmayan bebeğinin hayatına son vermek istemez.
Burada annelerin ve genelde bütün insanların, gerçekler ışığında eğitilmesi gerekmektedir.
Bu konu ile ilgili bir zaruret hali vardır ki, o da annenin sağlığı ile ilgili bir sorunun olması halidir. Bu sorun annenin hayatını tehdit eder boyutlara ulaştığı zaman gebeliğe son verilebilir müsaadesi vardır.
Nüfus planlaması metodları Batı’da senelerdir uygulanmış, artık halkın özüne yerleşmiş bir hayat tarzı olmuştur. Almanya modelinde olduğu gibi kadın, savaş sırasında ve sonrasında çalışma hayatını dışarıda ağırlıklı olarak yapmak üzere dış ortama çekilmiş, kuvvetli devlet politikaları ile, erkekten çok daha az maaş aldığı halde, erkeklerden daha çok çalıştırılmış ve devlet kalkınma planında kadınlar adaletsizce istismar edilmiştir. Almanya ile birlikte bütün Batı ülkelerinde aynı sistem uygulaması içinde kadınlar ile ilgili haksızlık seferberliği yapılmıştır. Kadınların dışarı çekilmeleri ile tabii olarak bir nüfus planlaması oluşmuş; sonuçta az çocuklu veya çocuksuz aileler; hem evinde hem de dışarıda çalışmaktan yorulmuş kadınlar; büyük ve geniş ailelerden çekirdek aile dediğimiz iki veya en çok üç kişilik aileler, telefon kulübesi kadar yaşama mahalleri ortaya çıkmış, bu değişim de kalkınma kazancı olarak halka sunulmuştur. Bugün nüfus planlaması Batı’da öylesine yerleşmiştir ki, insanlar artık sorumluluk almaktan korktukları için değil, kendi hayatlarını paylaşma, sevgi, dayanışma, fedakarlık gibi duygulardan uzak egoistçe bir tarzda ve keyiflerince sürdürebilmek için çocuk sahibi olmak istememektedirler. Kalkınma planının sonucu Batı’da genç nesil azalmaktadır.
Batı, bu durumun felakete dönüşmesini engellemek için çareler aramakta, yıllar önce dış çalışma ortamına çektiği kadını tekrar evine döndürmek için, devlet kanunları ile mutluluk getirmeye çalışmaktadır. Örneğin İsveç’te çok çocuklu aileye geniş ev imkanı ve çocuk ücreti verilmekte; Almanya’da 6 çocuklu kadına erken emeklilik hakkı verilmesi ile ilgili kanun teklifleri hazırlanmakta, Hollanda bu konuda daha da ileri giderek, doğum yapan her kadın için geçerli olmak üzere, 3 yıl izin vermekte ve her çocuk için çocuk maaşı bağlamaktadır. Bu memlekete giden göçmen vatandaşlar da aynı haklardan istifade etmekte, hatta Türk işçilerinin bir bölümü sadece çocuk maaşı ile geçinmekte ve hatta tasarruf yapmaktadırlar.
Batı nüfus planlamasının yanlış sonuçlarına çareler ararken; bizlere bu konuyu şiddetle önermekle, adeta bizim nüfuslu olmamızı istemediğini veya nüfusumuzun artmasından çekindiklerini düşündürmektedir.
Kahire Konferansı’nda “eylem planı”nın uygulanma maliyeti olan 172 milyarın üçte birini zengin ülkelerin karşılayacağı hakkında bir bilgiyi basından duyduk. Bu zengin ülkelerin belki de bir dayanışma planı adı altında daha yüksek miktarını üstlenmesini düşünen ülkeler var.

İnsan ister istemez düşünüyor. Bu Batılı dostlarımız ne kadar fedakar insanlarmış diye... Kendi ülkelerinde uyguladıkları, ama artık vazgeçtikleri yanlış uygulamalarını mutlaka biz ve bizim gibi ülkelere de yerleştirmek istiyorlar, o çok kıymetli paralarını, bizim de kalkınmamızı arzu ederek, kıyıp, harcıyorlar. Yeter ki nüfus planlaması ülkemize yerleşsin ve böylece kalkınalım. Sonunda pişman olsak bile...
Artık bu oyunlara gelmeyelim. Bilgilerimizi artıralım. Kadınlara Allah (c.c.)’ın verdiği değer ve hakları bilen nesiller yetiştirelim. Gerçeği çok iyi öğrenelim. Batılı gibi olmaya değil, kendimiz gibi olmaya özenelim. Belki Batı’nın bizim gibi olmasını sağlayalım. En önemlisi Batılı olamamanın sancısını duyup, bunu bir eksiklik olarak kabul etmeyelim.
İslam’ı tanımadan, “kadının yeri evidir, İslam kadını eve, kafes arkasına hapsediyor” sloganını yaymayı görev edinen ve hakikatı araştırma zahmetine bile girmeyen, isimleri ilerici olan, geri zihniyetlilere sesleniyorum: Biz yerimizin neresi olduğunu biliyoruz. Yeteneklerimiz, kapasitemiz ve vaktimizin müsaadesi ölçüsünde gerekli olan çalışmayı nasıl yapacağımızı biliriz. Hem evimizde, hem dışarıda çoğu zaman da erkeklerden daha yüksek bir kapasite ile faydalı oluyoruz. Yeter ki bize örnek olarak Batı’yı getirmeyin, Batı’yı tek alternatif olarak sunmayın...
'İki çocuk' saplantısı içindeyiz

Her ailede kadın ve erkek sayısı sabittir.

Ama çocukların sayısında artma olabiliyor. O halde aile nüfusu, çocuk nüfusu'na bağlıdır. Genel nüfus yani milli nüfus da aile nüfusuna bağlıdır. Aralarında karşılıklı bir ilişki vardır. Bu durumda 'Çocuk sayısı ne kadar olmalı?' meselesiyle karşılaşıyoruz. Bunu optimum nüfus kavramıyla tanımlayabiliriz. Nüfus hareketlerinde ise iki planlama söz konusu ediliyor: Nüfus planlaması ve aile planlaması. Nüfus planlaması, nüfusun çoğalma oranına devlet'in doğrudan doğruya etki yapmasıdır. Aile planlaması ise her ailenin istediği kadar çocuk sahibi olmasına yardımcı olmak politikasıdır. Ancak zamanımızda çocuk sayısını azaltıcı ilaçlar, daha başka tıbbi tedbirler yaygınlaşmıştır, propaganda imkanı artmıştır. Bundan ötürü aile planlaması fiilen nüfus planlaması haline dönüşebiliyor. Eğer herkes bu imkanlardan yararlanırsa, nüfus planlaması yapılmış gibi oluyor. Halbuki nüfus artışının bir çok faydaları da var. Mahzurlu tarafı nüfus artışının açlık getireceği fikridir. Bilindiği gibi son zamanlarda yapılan bir takım istatistikler, bir çok testler, nüfus artarken gıda miktarının da arttığını göstermiştir. Ülkemizde de bunu gösteren bazı istatistikler var. Ekonomik delil olarak demografik yatırımlar'ın kişi başına düşen miktarı azalır. Nüfus arttığı takdirde okul, eğitim kurumları, hastane gibi, bir takım hizmet kuruluşlarında çocuk nüfusu başına düşen masrafın oranı düşebilir. Nüfus çoğaldığında şaşmaz bir kuralla her ülkede gerçekleşen süper zekaların -ki oranları yüzde 2'dir- oranı aynı kalmakla beraber miktarı artar. Miktarın artması son derece önemlidir. Çünkü süper zeka bizim için bir değerdir. Süper zekaların sayısı arttığı takdirde; onlar artan nüfusun istihdam imkanlarını artırıcı bir takım kritikler getirebilirler. Hatta nüfus artışı az bile kalabilir. Buna karşılık çocuklarımızı okutma güçlüğünden bahsedenler vardır. Ama bu güçlük iyi bir eğitim politikası'yla aşılabilir. Çünkü bütün çocuklarımızın hepsini bizim elit eğitimle desteklememize gerek yoktur. Ama şimdiki eğitim sisteminde hemen hepsi elit eğitim sistemi'ne sevkediliyor. Hepsi liseyi bitiriyor, ondan sonra hepsi üniversite kapılarına dayanıyor, sonra da bir işsizler ordusu meydana geliyor. Hepsi elit olabilecek kabiliyette zaten değildir. Bundan ötürü orta öğretimde kabiliyetlerine göre mesleğe veya zenaate yöneltilmeleri uygun olabilir.
TEKNİK OKULLARA YÖNELME
Türkiye'de bu yapılamıyor. Türkiye'de bir takım bağışlar yapılıyor. Mesela okul bağışı yapılıyor ama bu bağışlar teker teker lise açılmasına ortaokul açılmasına tahsis ediliyor. Halbuki bunlar bir araya getirilip de bir teknik okulun açılması sağlanırsa on tane lise açılacağına bir tane teknik lise açılırsa daha faydalı olabilir. Bu yapılmıyor. Nüfus artışı azaldığı takdirde nüfus piramidi tersine dönebilir. Bugün Avrupa'da olduğu gibi bu nüfus piramidinin tersine olması yani genç nüfus karekterini kaybetmesi nüfusumuzun, aktivitesini kaybetmesi demektir. Bugün Avrupa'da ihtiyarların ilim dağarcığı fevkalade zengin olabilir ama ilmi ilerletecek olanlar daha ziyade gençlerdir, ihtiyarlar değil. Ondan ötürü genç nüfus karakteri bir memleketin aktivitesini gelişme potansiyelini meydana getirir. İyi bir eğitim politikasıyla birlikte yürütüldüğü takdirde çocuklarımızın hepsinden azami verim elde edebiliriz. Daha az masrafla bunu yapabiliriz. Batı'da müracaat edilen gen mühendisliği tekniğinin her bakımdan faydalı sonuçlar verebileceği şüphelidir. Çünkü gen mühendisliğinde dehaya erişmenin garantisi yok. Siz üstün insan yetiştirebilirsiniz. Ama deha, ilhama açık ruhî güc'ün harekete geçmesiyle ortaya çıkıyor. Bu da nüfusun artmasıyla alınabilecek bir sonuçtur. Büyük devlet olma gücü meydana gelebilir, psikolojik faktör olarak biz duygusu kuvvetlenebilir.
İKİ ÇOCUK SAPLANTISI
Ailede tek çocuğun veya iki çocuğun mevcut bulunmasından meydana gelecek bir takım psikolojik sorunların zararları ortadan kaldırılabilir. Çocuk biraz daha kalabalık ailede daha iyi sosyalleşebilir. Ama hemen şunu belirteyim ki kalabalık aile dediğimiz zaman 8-9 çocuklu bir aileyi kastedmiyorum. Yani ortalama bir seviyede, fazla çocuk mahzurlu değil faydalı olabilir. Bazı dinî deliller de öne sürülebilir. El Mümin Suresi'nin 67. ayetinde şöyle buyurulmuş: "Allah yaşatmayı, muayyen bir vakte yani ecele ulaşmamız ve aklımızı kullanmamız için yapar." Yaşamadan gaye aklı kullanmaktır. Akıllı varlık da insandır. Bir tarım sektöründe ya da hayvancılık sektöründe bile mevcut arttığı zaman bu memnuniyet verici olarak karşılanıyor. Onu sofraya eklenen bir ağız olarak görmekten ziyade aileye ve millete eklenen ilave bir zeka gücü, ilave bir sanat gücü olarak görmemiz lazımdır.
Kadınlar Nüfus planlaması nedir hakkinda aciklamalar Nüfus planlaması nedir konusunda bilgiler.

Anahtar Kelimeler:Nüfus planlaması nedir?,Nüfus planlaması ,nüfus planlaması hakkında,nüfus planlaması hakkında bilgiler

türkiyedeki madenler

Türkiye'de madencilik

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Git ve: kullan, ara
Türkiye'de madencilik gelişmiş sanayi kollarından biridir. Türkiye madenler bakımından zengin bir ülkedir. Ayrıca bazı madenler bakımından dünyanın önemli ülkeleri arasındadır. Türkiye'nin madenlerinin tamamı henüz belirlenmemiştir. Maden arama çalışmaları hızla devam etmekte ve yeni maden yatakları bulunmaktadır. Ülkemizin madenciliğinin şu andaki üretimi, tümüyle kendi endüstri kuruluşlarımızın gereksinimine yönelik değildir. Bir kısmı ham olarak ya da yarı işlenmiş halde dışarı satılmaktadır.
3213 sayılı Maden Kanunu'na göre "Madenler Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir. Madenler, devlet ya da üretilen madenden devlet hakkı ödenerek özel veya tüzel kişiler tarafından işletilebilir.

Konu başlıkları

[gizle]

Anadolu'da Madencilik [değiştir]

Anadolu, madenciliğin eskilere dayandığı bir yerdir. Ancak cumhuriyetin ilanından sonra kurulan Maden Teknik ve Arama Enstitüsü (M.T.A), madenciliğimizi ciddi biçimde ele alınmasına yönelik olan bir kuruluştur. Bu kuruluş, arama çalışmaları gerçekleştirirken yine cumhuriyet döneminde kurulan ETİBANK, işletme ve pazarlama işlerini yürütmeye başlamıştır. Bu devlet kuruluşlarından başka, özel sektör kuruluşları da bulunmaktadır.

Türkiye'deki maden ile ilgili bilgiler [değiştir]

Bakır [değiştir]

Bakır, kolay işenen bir madendir. Elazığ'da maden (Ergani bakır işletmeleri), Artvin'de Murgul (Göktaş) ve Kastamonu'da Küre bakır çıkartılan yerlerdir. Rize Çayeli'de yeni bakır yatakları bulunmuş ve işletilmeye başlanmıştır.

Bor [değiştir]

Kullanım alanı yaygın olan bor madeni, boraks ve asitborik elde edilmesi bakımından da önemlidir. Balıkesir'de Sultançayırı ve Bigadiç Eskişehir'de Seyitgazi ve Kütahya çevresi önemli çıkarım alanlarıdır. Türkiye, bor minarellerinde dünyanın en zengin ülkesidir.

Boksit [değiştir]

Konya'nın Seydişehir ilçesi, Antalya'nın Akseki,Gaziantep'in İslâhiye ve Muğla'nın Milas ilçesinde çıkarılan boksit madeni alüminyumun hammaddesidir.

Demir [değiştir]

Türkiye'nin birçok yerinde çıkarılan bir madendir. Demir çıkarımının %80'ini Doğu Anadolu bölgesi içerisinde kalan Divriği sağlar. Balıkesir'de Eymir ve Çarmık, Ege Bölgesinde Ayazmand ve Torbalı, Kahramanmaraş ile Kayseri arasında Faraşa ve Karamadazı, Sivas Hekimhan arasında Hasan çelebi ve Doğu Marmara'da Çamdağı, önemli demir alanlarıdır. Demir, endüstride en çok kullanılan maden cevheridir. Bu nedenle demirçelik endüstrisinde ana maddedir.

Krom [değiştir]

Sert, paslanmaz ve iyi parlatılan bir maden olan krom, kaplamacılık ve çelik yapımında yaygın olarak kullanılır. Türkiye'de yaygın olarak çıkarılan madenlerden biride kromdur. En zengin krom yatakları; Elazığ'da Guleman, Batı Akdenizde (Fethiye, Marmaris arasında) Dalaman havzası, Kütahya ile Bursa arası ve Eskişehir'in doğusundaki Seyitgazi'de yer alır. Adana'nın kuzeyindeki Akdağ yöresinde de yeni krom yatakları bulunmuştur. Akdağ krom yatakları, Dünyanın en zengin yataklarıdır. Türkiye, krom çıkarımında dünyada 3. sıradadır. Türkiye, çıkardığı kromu büyük ölçüde cevher olarak satmaktadır. Bu nedenle çıkarımını dış taleplere bağlı olarak ayarlanır

Kükürt [değiştir]

Kükürt Türkiye'de, Isparta'nın Keçiborlu ilçesi ile Denizli'nin Sarayköy ilçesinde bulunmaktadır.

Manganez [değiştir]

Manganez Türkiye'de Zonguldak'ın Ereğli ve Artvin'in Borkça (Göktaş) çevrelerinde çıkartılan bir madendir. Denizli Tavas'ta yeni yatakları bulunmuştur

Civa [değiştir]

İzmir'in Ödemiş ve Karaburun, Konya'nın Sarayönü çevresinde ve ayrıca Niğde civarlarında çıkartılır.

Tuz [değiştir]

Çeşitli yollarla elde edilen bir doğal kaynaktır. Kayatuzu olarak çıkartıldığı gibi, deniz suyundan ve açık işletme olarak tuz gölünden de elde edilir. En fazla tuz üretimi İzmir'deki Çamaltı tuzlasında, deniz suyundan elde edilir. Çankırı, Erzurum, Kars, Nevşehir, Kırşehir, Yozgat ve Konya'da işletilmektedir. Türkiye, birçok madende zengin bir ülkedir. Bu madenlerden bazıları turistlik eşya yapımında önem taşır. Lületaşı (Eskişehir'de) ve oltutaşı (Erzurum'da) bu özellikte olanların en önemlileridir.

Taş Kömürü [değiştir]

Yurdumuzda tüketilen enerji kaynakları arasında taş kömürünün önemli bir yeri vardır. Ayrıca demir-çelik ve kimya sanayiilerinin önemli ham maddesidir. Başlıca taş kömürü yataklarımız; Zonguldak ve çevresindedir. Burası Türkiye'nin tek maden kömürü havzasıdır. Bir milyon tonu aşan rezervi vardır.

Linyit [değiştir]

Yaygın olarak Türkiye'nin her bölgesinde çıkarılmaktadır. Ege bölgesi linyitleri oldukça kalitelidir. Manisa'da Soma, Kütahya'da Tavşanlı, Tunçbilek ve Değirmisaz, Amasya'da Çeltek ve Erzurum en önemli çıkarım yerleridir. Kahramanmaraş'ın Elbistan, Muğla'nın Yatağan ve Milas linyitlerinin kalori değeri düşüktür. Bu nedenle termik santrallerde kullanılır.

mariana çukuru

Mariana Çukuru

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Git ve: kullan, ara
Mariana Çukuru
Mariana Çukuru (Challenger Çukuru), Dünya üzerinde bilinen en derin noktadır. Büyük Okyanus'ta, Guam Adası'nın güney batısında, Japonya ve Endonezya arasında, iki ülkeye de aşağı yukarı eşit uzaklıkta yer alır. Derinliği, yapılan son ölçümlerde tam olarak 11.033 metredir. Uzunluğu 2.542 kilometre, genişliği ise 69 kilometredir.
Okyanusal nitelikte iki plakanın çarpıştığı sınırda derin çukurlar oluşabilir. Mariana çukuru da, Pasifik plaka ile Mariana plakasının çarpışması sonucu oluşmuş bir çukurdur ve iki plaka sınırındadır.
Suyun içine atılan 1 kilogram kütleli metalin tabana ulaşması, yaklaşık olarak 1 saat sürer. Ancak, suyun yoğunluğunu ve metalin özkütlesini de hesaba katarsak, tabana ulaşma süresi artar ya da azalabilir. Dip noktasındaki basınç ise yeryüzündeki basınca göre yaklaşık 1000 kat daha fazladır.
Mariana Çukuru'nda hayat belirtileri vardır. Yapılan araştırmalar, aşırı basınç ve soğuk ortamda yaşayabilen birçok mikro organizma, balık ve yengeç türünü ortaya çıkarmıştır. Buradaki yaşamın temel dayanağı, 300 dereceye ulaşan volkanik püskürmeler ve buradan çıkan sülfürü metabolize edebilen bakterilerdir. Bu kadar derinde yaşayan balık türlerinin hayatları yüzlerce yılı bulabilmektedir. Buradaki canlıların, çok eski prehistorik dönemlerden bu yana aynı kaldığı düşünülmektedir.
23 Ocak 1960'da, İsviçreli bilim adamı Jacques Piccard ile ABD donanması'ndan Teğmen Donald Walsh, Trieste batiskapı içinde Mariana Çukuru'na inebilmeyi başaran ilk insanlar olmuşlardır. İlk anda 10.916 metre (35.813 feet)'lik bir derinliğe inildiği hesaplanmış, ancak 1995 yılında yapılan ölçümlerde doğru derinliğin 10.911 metre (35,797 feet) olduğu anlaşılmıştır. Derin noktaya iniş yaklaşık 3 saat 15 dakika sürmüş, burada 20 dakikalık bir sürenin ardından tekrar yüzeye çıkılmasıyla toplamda 5 saatlik bir sürede dalış ve yüzeye çıkış tamamlanmıştır

everest tepesi

Everest Dağı

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Git ve: kullan, ara
Everest Dağı
Mount Everest from Rombok Gompa, Tibet.jpg
Everest Dağı : Çin'deki Rongbuk Manastırı'ndan görünüş
Diğer adlar{{{Diğer ad}}}
KonumNepal Nepal ve
Çin Halk Cumhuriyeti Çin Halk Cumhuriyeti
Koordinatlar27° 59' 16″ Kuzey
86° 56' 40″ Doğu
SıradağHimalaya Dağları
Yükseklik8.848 m
Çıkıntı
Tür
Son patlama
Jeolojik yaş
İlk çıkış29 Mayıs 1953,
Yeni Zelanda Edmund Hillary ve
NepalTenzing Norgay
Oksijensiz ilk çıkış{{{Oksijensiz ilk çıkış}}}
En kolay rota{{{En kolay rota}}}
Everest, (Tibetçe: Çomolungma, Nepali: Çonnolugma Sagramata), dünyanın en yüksek dağı. Himalayalar’da, yaklaşık 28 derece kuzey enlemi ile 87 derece doğu boylamında, ÇinNepal sınırı üzerinde yer alır. Çıplak Güneydoğu, Kuzeydoğu ve Batı sırtları en yüksek noktalara Everest (8.848 m) ile Güney doruğunda (8.748 m) ulaşır. Everest Dağı Kuzeydoğudaki Tibet Platosundan (yaklaşık 5.000 m) tam olarak görülebilir. Eteklerinden yükselen Çangtse, Khumbutse, Nuptse ve Lhotse gibi doruklar Nepal’den görülmesine engel olur.

Konu başlıkları

[gizle]

Oluşumu [değiştir]

.Büyük Himalayalar’ın oluşumu, Miyosen Bölümde (yaklaşık 26-27 milyon yıl önce) Hindistan Yarımadasıyla Tibet Yaylalarının birbirine yaklaşmasının yol açtığı, jeolojik tortul havzalardaki sıkışmayla başladı. Bunu izleyen evrelerde Katmandu ve Khumbu napları (kırık ve devrik yamaç kıvrımları), sıkışıp yukarı doğru çıkarak birbirlerinin üzerine kıvrıldılar ve ilkel bir dağ sırası oluşturdular. Kuzeydeki arazi kütlesinin toptan yükselmesi, bölgenin yüksekliğini arttırdı. Napların yeniden kıvrılmasıyla bölgenin tümü yeni bir tabakayla örtüldü ve Pleyistosen Bölümün (yaklaşık 2,5 milyon yıl önce) Mahabarat Evresinde Everest Dağı ortaya çıktı. Karbonifer Dönemin (yaklaşık 345-280 milyon yıl önce) sonu ile Permiyen Dönemin (280-225 milyon yıl önce) başından kalan ve başka yarı-kristalleşmiş tortullarla ayrılmış olan kireçtaşı katmanları, senklinal katmanlaşma yoluyla biçimlendi. Günümüzde de süren bu biçimlenmenin yol açtığı sürekli yükselme aşınımla dengelenmektedir.
Güneş ışıkları altında Everest Dağı'nın zirvesi.
Everest Dağı

İklimi [değiştir]

Everest Dağı troposferin üçte ikisini geçerek oksijenin az olduğu üst katmanlara ulaşır. Oksijen eksikliği, hızı saatte 100 km ye varan sert rüzgarlar ve zaman zaman -70 dereceye kadar düşen aşırı soğuklar yukarı yamaçlarda herhangi bir hayvan ya da bitkinin yaşamasına olanak vermez. Yaz musonları sırasında yağan kar rüzgarla ufalanarak yığılır. Bu kar yığıntıları buharlaşma çizgisinin üzerinde olduğundan genellikle buzulları besleyen büyük buzkar çanakları oluşmaz. Bu nedenle Everest’in buzulları yalnızca sık sık düşen çığlarla beslenir. Ana sırtlarla birbirinden ayrılan dağ yamaçlarındaki buz katmanları dağın eteklerine kadar bütün yamacı kaplamakla birlikte, zaman içinde iklimin değişmesiyle ağır ağır çekilmektedir. Kış aylarında kuzey batıdan gelen güçlü rüzgarlar karları süpürerek doruğun daha çıplak bir görünüm kazanmasına yol açar.

Buzullar [değiştir]

Everest Dağı'nın kuzey yüzü
Everest Dağındaki başlıca buzullar Kangşang Buzulu (doğu), Doğu ve Batı Rongbuk Buzulları (kuzey ve kuzeybatı), Pumori Buzulu (kuzeybatı), Khumbu Buzulu (batı ve güney) ve Everest ile Lhotse-Nuptse sırtı arasında kapalı bir buz vadisi olan Batı Buzyalağıdır.

Akarsular [değiştir]

Dağdan çıkan sular birbirinden ayrılan kollarla güneybatı, kuzey ve doğu yönünde akar. Khumbu Buzulu eriyerek Nepal’de Lobucya Khola Irmağı'na karışır. İmca Khola adını alarak güneye doğru akan bu ırmak Dudh Kosi Irmağıyla birleşir. Çin’deki Rong Çu Irmağı Everest’in yamaçlarında Pumori ve Rongbuk buzullarından Karma Çu Irmağı ile Kangsang Buzullarından doğar.

Tırmanma Girişimleri [değiştir]

Everest'e tırmanma girişimleri 1920'de Tibet yolunun açılmasıyla başladı. İlk olarak[1] Kraliyet Coğrafya Derneği ile dağcılık Kulübü Birleşik Himalaya Komitesinin desteklediği bir ekip 1953’te doruğa ulaştı. 29 Mayıs 1953 günü Yeni Zelandalı Edmund Hillary ve Nepalli Tenzing Norgay, Güneydoğu sırtına tırmanarak Güney doruğundan geçip doruğa vardılar. Dağcılar bu tırmanış sırasında açık ve kapalı devre oksijen sistemleri, özel olarak yalıtılmış ayakkabı ve giysiler ile elde taşınır telsiz aygıtları kullandılar. Bu tarihten sonra çeşitli ülkelerin desteklediği çok sayıda dağcı ekibi doruğa ulaşmayı başardı.

Türk Dağcılar [değiştir]

2006 yılında zirve yapan Serhan Poçan liderliğindeki Türk ekibi
Everest'e tırmanan ilk Türk dağcı 1995 yılında Nasuh Mahruki oldu. Eylem Elif Maviş ise 2006'da Everest'e tırmanan ilk Türk kadın oldu.[2] Aynı tırmanış, Türklerden oluşan bir ekibin ilk Everest zirve çıkışıydı.[3] Ekibin hedeflerinden olan ilk Türk oksijensiz tırmanışını[4] ekip lideri Serhan Poçan ve Bora Maviş gerçekleştirmeyi denemekle birlikte, zirveye oksijenle çıkacaklardır. 2007 yılında Fenerbahçe Spor Kulübü'nün 100. kuruluş yılı etkinlikleri kapsamında Tunç Fındık ve Mustafa Kalaycı beraber zirve yaptılar.

Kaynakça [değiştir]

  • İngilizce Encyclopaedia Britannica, Mount Everest başlığı
  1. ^ Everest Dağına Batılı ekipler 1921, 1922, 1924, 1952 yıllarında zirveye çıkmaya çalışsalar da başarısız olmuştur. Ayrıca bu tarihten önce herhangi yerel bir dağcının zirveye çıkıp çıkmadığı bilinmemektedir.
  2. ^ Atlas dergisi sitesinden
  3. ^ Everest ekibinin internet sitesi
  4. ^ 28 Mart 2006 tarihli Hürriyet h